26 Eylül 2010 Pazar

ŞEMS-İ TEBRİZİ'NİN 40 KURALI







1. Kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Allah dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, Allah dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.


2. Kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun,omzun üstünde ki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil !


3. Kural: Kur’an dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonra ki batıni manadır. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.


4. Kural: Kainattatki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.


5. Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği:
Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!


6. Kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.


7. Kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.


8. Kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.


9. Kural: Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.


10. Kural: Ne yöne gidersen git, doğu,batı,kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.


11. Kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.


12. Kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.


13. Kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca ,şeyh, şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.


14. Kural: Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?


15. Kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış birsanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.


16. Kural: Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin.


17. Kural: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.


18. Kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır


19. Kural: Başkalarından saygı,ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.


20. Kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.


21. Kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi,hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek,kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.


22. Kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdimi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.


23. Kural: Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı , kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir , ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadırne tefritte. Sufi daima orta yerde…


24. Kural: Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzünde ki halifesi olduğunu hatırlayarak , buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.


25. Kural: Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an da burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.


26. Kural: Kainat yekvücud, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.


27. Kural: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.


28. Kural: Geçmiş zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.


29. Kural: Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten,”ne yapalım, kaderimiz böyle”deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin,ne de hayat karşısında çaresizsin.


30. Kural: Hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.
Sufi kusur görmez kusur örter.


31. Kural: Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.


32. Kural: Aranızda ki perdeleri tek tek kaldır ki Allah’a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama Kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama !


33. Kural: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol! Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışında ki biçim değil içinde ki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.


34. Kural: Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.


35. Kural: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan kişi ise içinde ki inananla. İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.


36. Kural: Hileden,desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan !


37. Kural: Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.


38. Kural: Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım ? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa,yazık !
Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.


39. Kural: Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz. Her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.


40. Kural: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk’ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde..

5 Eylül 2010 Pazar

GÜLÜ GÜLÜMSETEN SÖZ NE İDİ?









Ahmet Turan Alkan 
31 Mayıs 2010
Rum Kayseri’nden, Medine’de Ömer’e uzak çölleri aşarak bir elçi geldi. Medine halkına “Halifenin köşkü nerededir ki atımı, eşyamı oraya çekeyim” dedi. Halk dedi ki: “Onun köşkü yok; Ömer’in köşkü ancak aydın canıdır.”

Bu yepyeni sözler, Rum elçisini şevke getirdi, Ömer’i görmek iştiyakı arttı. Gözünü o padişahı aramaya dikti, eşyasını da kaybetti, atını da. O iş erinin ardına düşmüş, her tarafa koşmakta, delicesine onu aramaktaydı.

Bir bedevi karısı, onun yabancı olduğunu gördü; Ömer’i aradığını anlayıp “İşte şuracıkta, şu hurma ağacının altında hurma ağacının dibinde, halktan ayrılmış, yapayalnız gölgelikte uyuyan Tanrı gölgesini gör” dedi.

Elçi oraya gelip uzakta durdu. Ömer’i görünce titremeye başladı. O uyuyandan elçiye bir heybet, gönlüne hoş bir hâl geldi. Muhabbet ve heybet birbirinin zıddı iken gönlünde bu iki zıddın birleştiğini gördü. Kendi kendine,

“-Ben nice Padişahlar gördüm; büyük sultanların makbulü oldum. Onlardan korkmaz, ürkmezdim. Bu adamın heybeti aklımı başımdan aldı. Aslanlar, kaplanlar bulunan ormanlara daldım, yüzümün rengi bile kaçmadı. Bu adam silahsız, kuru yerde yatıyor; benim bütün âzâm tir tir titremekte; bu ne? Bu heybet Hak’tan, halktan değil; bu heybet şu abalı adamdan gelmiyor.” dedi.

Bu düşünce içinde hürmetle ellerini bağladı. Bir müddet sonra Ömer uykudan uyandı. Elçi Ömer’i tazim etti, ona selâm verdi. Peygamber “Önce selâm sonra kelâm” demiştir. Ömer, selâmı alıp onu yanına çağırdı, onu teskin etti, karşısına oturdu. Korkanı, emin ederler, gönlünü yatıştırırlar. Korkusu olmayana nasıl “korkma” dersin?

Ömer, o yüreği oynayan kimseyi sevindirdi, yıkılmış gönlünü yaptı. Ondan sonra en güzel bir yoldaş olan Tanrı’nın tertemiz sıfatlarına dair ince bahislere daldı.

Ömer elçiye can menzillerini söyledi, ruh seferlerini anlattı; o yabancı çehreli zâtı tam dost buldu, canının Tanrı sırlarını dilediğini anladı. Elçi, “Ya Emirülmü’minin! Can yücelerden yere nasıl indi? Hiçbir şeyle mukayyet olmayan can kuşu nasıl kafese girdi?” diye sordu. Ömer dedi ki:

-Hak, ona afsunlar okudu, hikâyeler söyledi. Tanrı; gözü kulağı olmayan yokluklara afsun okuyunca onlar, coşmaya başlarlar; varlık âlemine konarlar. Yok olanlar, onun afsunu ile varlık diyarına takla atarak ve derhal gelirler. Sonra var olana yine bir afsun okuyunca onu yokluğa derhal ve iki çifte atla sürer.

Gülün kulağına bir şey söyledi, güldürdü. Taşın kulağına bir şey söyledi, akik ve maden haline getirdi. Cisme bir âyet okudu, can oldu. Güneşe bir şey söyledi parladı.

Sonra yine güneşin kulağına korkunç bir şey üfler yüzüne yüzlerce perde iner. O kelâm sahibi Tanrı, bulutun kulağına bir şey okur; gözünden misk gibi yaşlar akıtır. Toprağın kulağına ne söyledi ki murakabeye vardı, dalgın bir halde kaldı! Tereddüt içinde kalan, hayretlere düşen kişinin kulağına da Hak, bir muammâ söylemiştir. Bu sûretle onu iki şüphe arasında hapseder. “Ey yardımı istenen Tanrı! Şunu mu yapayım, bunu mu?” der. İki şıktan birini üstün tutar, üstün tuttuğunu yaparsa o da yine Hak’tandır.

Ömer’den, bu sözleri işitince elçinin gönlünde bir parlaklık belirdi. Sual de mahvoldu cevap da… Hatadan da kurtuldu, doğrudan da. Aslı anladı, fer’îlerden geçti… Hâtırında ne elçilik kaldı, ne getirdiği haber. Tanrı kudretine karışıp hayran olup kaldı; makama erişip sultân oldu. Sel denize kavuştu, deniz oldu. Tane, ekinliğe vardı, ekin oldu.

Bu kıssa, Mesnevî’nin ilk cildinden, Veled İzbudak tercümesinden. Mecbûren kısalttım. Dün, beş arkadaş Allah ne verdiyse bir kahvaltı sofrası etrafında toplandık; en leziz taam, içimizden birinin hatırlattığı “Hz. Ömer’le Rum Elçisi Kıssası” idi. Bölüşürsek çoğalır diye naklediyorum.

SUSARAK ANLATMAK

 










M. Nedim Hazar
4 Eylül 2010
Diyecektim ki; Bakma böyle sessiz göründüğümüze. İçimize akar nehirlerimiz bizim.

Ne yükseklerden dökülürüz bin bir vaveylalarla da,

şelalelerimizin altında halı gibi serili huzur göllerimiz sakinleştirir bizi.

Sustum!

Diyecektim ki;

Bakma öyle durgun göründüğümüze.

Ya büyük bir seferden gelmiş, soluklanıyoruzdur,

Ya da yeni bir yolculuk fısıldanmıştır kulağımıza...

Prangalara vursalar bile bizi, gidemesek de yerimizde zıplarız biz!

Sustum!

Diyecektim ki;

Bakma öyle ürkek göründüğümüze...

Yüreklerimiz yiğit yuvasıdır bizim.

Kaf dağının arkasındaki yedi başlı ejderhayı alt etmek için gözümüzü kırpmadan fırlarız ileri.

Ne ki bunun dedikodusunu yapan hafif meşreplerden değiliz biz!

Sustum!

Diyecektim ki;

Bakma böyle renksiz göründüğümüze...

Dalgacı Mahmut bizden öğrendi gökyüzünü boyamayı...

Denizi yırtıp, içine koyu mavi mürekkep damlatmayı da ona biz öğrettik.

Gökkuşağının tüm renkleri göğüs ceplerimizde daima hazırdır.

Hayatımız da, ölümümüz de...

Dünümüz de, bugünümüz de, yarınımız da renkli Türkçe ve sinemaskoptur bizim.

Sustum!

Diyecektim ki:

Bakma öyle tatsız tuzsuz göründüğümüze...

Bin bir çeşit tadı vardır sevdalarımızın.

Ne ki dünyanın acılarına baktıkça kaçar ağzımızın tadı bizim.

Bir misyonumuz da budur esasen;

bir yandan yoğururken geleceği bir oyun hamuru gibi,

bir yandan ferahfeza lezzetler akıtırız inceden.

Sustum!

Diyecektim ki:

Bakma öyle sevgisiz göründüğümüze...

Sentetik sevgi gösterilerinden hazzetmeyiz biz.

Ve boşa harcayacak bir gram sevgimiz de yoktur.

Hedefi vuramayan oku atıp, bununla caka da satmayız.

Cömertizdir üstelik!

Büyük-küçük, uzak-yakın demeden istenmeden uzattığımız ilk şeyimiz sevgidir bizim.

Sustum!

Diyecektim ki;

Bakma öyle zevksiz göründüğümüze...

Sadelik bize geçmişimizden miras.

Başta hayallerimiz ve rüyalarımız olmak üzere,

işlerimiz, ibadetlerimiz, sıradan meşgalelerimiz bile haz vericidir.

Haz alırız maddi ve manevi olan her şeyden...

Bir adımız da zevktir bizim...

Sustum!

Diyecektim ki;

Bakma öyle hissiz göründüğümüze...

Gözyaşlarımız azığımızdır bizim.

Çin'de Maçin'de bir kuşkanadı incinse yankısı yüreğimizden gelir.

Haksızlığa öfkelenir, düşene en çok biz üzülürüz.

Yol gitmekten başka şey bilmez ayaklarımız, hele teklemeyi asla öğrenemedik bugüne kadar.

En çok avuç içlerimiz nasırlaşmıştır, el uzatmaktan bizim!

Sustum!

Diyecektim ki;

Bakma öyle yüzsüz göründüğümüze...

İdeallerimiz uğruna kalınlaştırdık yüzümüzün derisini biz.

İş bu nedenle;

bin kere kovsan da kapından bizi, yine geri döneriz.

Ufkumuz nefsimiz adına çizili değil ki, alıngan olsun ruhumuz...

Kimsenin ateşle terbiye edilmesine razı gelemeyiz biz.

Sustum!