25 Mart 2011 Cuma

MONA ROZA




Şair: Sezai Karakoç Yorum: Sacit Onan 

MONA ROZA

Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
 
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
 
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
 
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
 
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
 
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
 
Zaman ne de çabuk geçiyor
MonaSaat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
 
Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
 
Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni
 
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
 
Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı
 
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
 
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
 
Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller
 
Sezai Karakoç



Şiirin Sırları


BİRİNCİ SIR: Mona şiiri
Mona Roza siyah güller, ak güller /
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak" diye başlar.
Geyve'nin sırrı ortaya çıktı: Sezai Karakoç'un büyük aşkı Muazzez Akkaya Geyveliymiş.


İKİNCİ SIR: Mona Roza şiiri büyük efsanelere ve tevatürlere de konu oldu. Onlardan biri de Muazzez Akkaya'nın intihar ettiği şeklindeydi. Bu rivayet doğru değil. Çünkü Muazzez Hanım'ın şu anda New York'ta büyük kızı Dr. Ayşegül Giray ile birlikte yaşadığını biliyoruz.


ÜÇÜNCÜ SIR: Sezai Karakoç'un Mona Roza şiirini tamamen platonik duygular içinde yazdığı, Muazzez Akkaya ile hiç tanışmadığı sanılıyordu. Karakoç'un Muazzez Hanım'a açılıp açılmadığını hálá bilmiyoruz ama iki ismin birbiriyle tanıştıkları kesinleşti.


DÖRDÜNCÜ SIR: Muazzez Akkaya'nın durgun ve melankolik bir kadın olduğu sanılırdı. Hayalleri yıkma pahasına kızının tanıklığıyla söyleyelim: Karşımızda neşeli, esprili, hayat dolu bir kadın var.


BEŞİNCİ SIR: Muazzez Akkaya'nın Mülkiye yıllarında uluslararası yarışmalara katılan bir ping pong şampiyonu olduğu bilgisi, Sezai Karakoç'un ünlü "Ping Pong Masası" şiirini anlamlandırmamıza yardımcı oldu.


ALTINCI SIR: Mona Roza şiirinde
"Artık inan bana muhacir kızı /
Dinle ve kabul et itirafımı" şeklinde iki dize var.
Muazzez Akkaya'nın, Geyve'ye sonradan yerleşmiş bir muhacir ailesinin kızı olduğunu bilmem belirtmeye gerek var mı? İşte o meşhur Mülkiyeli kızın adı: Muazzez Akkaya...


Kandilli Kız Lisesi'ni "Pekiyi" derecesiyle bitirdi. 1950'de Mülkiye'ye girdi. Aynı okulda öğrenim gören sınıf arkadaşı şair Sezai Karakoç'u "fırtınalı bir aşk Okulun en popüler kızlarındandı. Baş döndürücü güzellikle ve Grace Kelly tipinde bir kız. Aynı okulda öğrenim gören sınıf arkadaşı şair Sezai Karakoç'u "fırtınalı bir"ın içine sürükledi. Böylece "Uğruna Türk edebiyatının en gizemli ve en dokunaklı aşk Mona Roza yazıldığı kadın" olarak kayıtlara geçti. Esin kaynağı olduğu Mona Roza şiirinden hiç haberdar olmadı. Ancak okul günlerinde paltosunun cebinde şairi meçhul şiirler buldu ve bu şiirlerin şairinin sınıf arkadaşı Sezai Karakoç olduğunu bilmedi. Okulu bitirdikten birkaç yıl sonra Maliye Bakanlığı'nda üst düzey görevler yapan ve geçen yıl hayatını kaybeden Orhan Giray ile evlendi. Üç çocuğu oldu. Şu anda büyük kızı Ayşegül Giray ile yaşıyor...
Mona Roza (kıtaLarın baş harfLeri >>>Muazzez Akkayam) 

23 Mart 2011 Çarşamba

DÖNEMEÇ












M. Nedim Hazar 
21 Mart 2011

Ben sana daha biz tanışmadan vurulmuştum Süreyya. Çiçekten habersiz kelebeğin öyküsü bizimkisi adeta.

Eksiktir sevdasından uzak olan sevgili, eksiktir baharından habersiz kelebek. O kelebek ki kısacık ömrüne oranla binlerle yıla denk düşen koza içinde sabırla güçlendirmeyi bekler kanatlarını.

Saçlarım uzun değildi sancılarıma sürterek teskin edebilecek kadar. Yaşlarım gözümde değersiz birer sıklet gibi yer işgal ediyorlardı sadece. Ve bilmiyordum Süreyya, suya da, metale de, cama da değerini veren kemiyetinden ziyade keyfiyetiydi. Birer inciye dönüşüp, kalbin peşine ardı ardına sökün etmeyen yaşları kim ne yapsın?

Oysa seni tanımak kavramların anlamsızlığının farkına varmaktı. Mesafeler mesela. Sair zaman insanın ayağına birer pranga, omuzlarına kaldırılması zor bir külçe gibi yığılan mesafeler seni tanıdıktan sonra sivrisinek vızıltısına dönüşüverdi... Seni tanıdıktan sonra anladım, yakıcı nefesinin alnımda olduğu anlar ile sesimin karanlıkta kaybolduğu anlar arasında milim fark olmadığını. Gönüller sende olduktan sonra "eynessera minessüreyya!"

Hatırla;

Ben ellerim ceplerimde, yalancı mesutluklarla boş kaldırımlarda ıslık çalarak yürürken...

Hatırla;

Yalnızlık sulu sepken tüm insanlığın tepesine tepesine inerken...

Hatırla;

Seni gördüğü, bildiği halde koşup eteğine sığınmak yerine, üstüne karalar, çamurlar yağdırırken...

Ve hatırla;

Bütün bu farkında olmayanların acınası haline rağmen, sen o hayret verilecek şefkat ve rikkatinle tebessüm ederken...Dedim ya; ben sana daha biz tanışmadan vurulmuştum Süreyya...

Senden habersiz yaşamak şahsi fetretimdi ama orada, benim tam olarak bilmediğim bir kavşakta beni karşılayacağını biliyordum.

Belki biraz kırgın, belki de kızgın ve belki sitemliydim azıcık.Fakat yanlış anlama... Sevmek sitemle başlar diyor bir söz sultanı. Sitemim sana değil Süreyya, beni çepeçevre kuşatan tüm sistemeydi... Hissedilip bilinmeyen, tahmin edilip ulaşılamayan, yürüyüp varılamayan bir menzilin varlığına vurulup, varamayınca ona, doğal olarak öfkeleniyor insan bir süre sonra. Ya da şöyle anlatayım sana:

Bir bahar papatyasından açılan fal gibi, kopan her yaprakta olumsuzu olmadan hep seni aramak gibi bir şey bu. Yani tüm ihtimalleri yine sen olan, tüm yolların sana çıktığı bir papatya falı gibiydin. "Seviyor, sevmiyor değil yine seviyor..."

'Dönemeç' şiirindeki şair gibi mevsimin bayat, hayatın esnemekte olduğu bir anda ya da havanın ılık, caddenin kalabalık olduğu bir anda karşıma çıkman arasında hiç fark olmayacaktı benim için. Önemli olan o dönemece ulaşmak, önemli olan siluetin olmasa bile ayak seslerini duyabilmekti. İster geç bir bahar günü olsun, ister kışa yaklaşan bir sonbahar günü.Sensizliğin en büyük ödülü ve cezası sessizlikti belki. Ruhumun uçurumlarında attığım isyan çığlıklarına inat sessiz bir rölanti ile bekliyordu gözlerim...Ve o müthiş dönemeç, o unutulmaz kavşak, o baş döndüren viraj... Sonrası şiir elbet: "Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız..." Ben sana daha biz tanışmadan vurulmuştum Süreyya. Çiçekten habersiz kelebeğin öyküsü bizimkisi adeta. Eksiktir sevdasından uzak olan sevgili, eksiktir baharından habersiz kelebek...O dönemeçten sonra hızlı bir tamamlanma hissi esir alıyor bedeni, o dönemeç sonrasında doluyor boşluklar ve o dönemeç sonrasında keşfediliyor zaten var olanlar...

Bakma benim böyle şahsileştirdiğime meseleyi, bilenler bilir ki binlerce yıllık bir masaldır bu anlattıklarım.

DÖNEMEÇ












Necip Fazıl Kısakürek

Bir gündü, hava ılık

Ve cadde kalabalık...

Bir kadın sapıverdi önümden dönemece;

Yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince.

Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim,

Çarpıldım sendeledim.

Bir gündü mevsim bayat

Ve esnemekte hayat....

Dönemeçten bir tabut çıktı ve üç beş adam;

Yalnız bir âhenk sezdim, çerçevede bir endam.

Ve tabutta, incecik, o kadın var, anladım;

Bir köşede ağladım...