20 Ağustos 2011 Cumartesi

BAB-I CÜMEL










Nazan Bekiroğlu 
7 Ağustos 2011

·Hep perde gördüğünden şikâyet etme.
Ya perdeyi de göremeseydin?
·Perdeyi göremeyen, bütün gölgeleri gerçek sanıyor. Oyunu buna göre kuruyor, buna göre oynuyor.
·Beni ben yapan ne varsa, O'nunla aramda perde.
·Kuşku yok ki görmeyi sağlayan, acı. Perdeleri kaldıran o.
·Bu kapıdan sonra ne başlıyor ki ömrünü onun önünde muztarib bir ruh gibi dolaşmakla geçiriyorsun?
·Her şeyin gelip geçici olduğu bu kadar zahirken insan nasıl olup da bu kadar çok acı çekebiliyor?
·Ne kadar çok acı, ne kadar çok sevinç. Yâ Rabbi, bana daha büyük bir kalp ver.
·Toprağa aidim ama kalbim gökte. Üstelik aklım su gibi akıyor. Arada kaldım ben.
·Ufuktan ufka fark var. Ne kadar yüksekten bakarsan gördüğün o kadar ilerisi.
·Hayat rüya ama uyanıklığı da o rüya belirliyor.
·Ben tanıklık etmesem bu rüyayı gördüğümü kim bilecek? Rüyaya tanıklık etmenin yolu uyanmak. Uyanmak ama unutmamak.
·Ümit, suretten bunalan ruh için asl'ın ta kendisi. Ümit olmadan yaşanmaması bu yüzden.
·Öldükten sonra nasıl dirileceğimi merak edip duruyorum. Aslında şimdi de diriltilmiş bir ölü değil miyim ben?
·Ölümü mucize zannederdim ben de ölümlüymüşüm, öğrendim.
·Zavallı insan. Muhteşem insan. Ölünce seni bir sürpriz bekliyor.
·Şimdi bizim için çok karmaşık görünen bütün bu meseleler. Perdeler aradan kaldırılıp da ışık en ince ayrıntıyı bile aydınlattığı zaman. Diyeceğiz ki, "Aa ne kadar kolaymış!"
·Sır zannettiğim, ne kadar da ortada aslında.
·Batıl olandan sakınmak bazen sadece onu bilmekle mümkün. Muhaddisler, tek bir hadisin sıhhatinden emniyet uğruna yüzlerce uydurma hadisi bilmek mecburiyetinde.
·"Akıl bütün müşkil kapılarının anahtarıdır", diyor İzzet Molla. Ama bazen de o kapıları kapar ve bir daha açmaz. Ya da anahtar kilide uymaz. Veyahut da külliyyen kaybolur, kapı kapalı kalır.
·Öyle işler var ki yarına bırakılmış, bugün için bile geç.
·Farzı, muhal olmaktan çıkaran yegâne: Cesaret.
·Varlığını bilmediklerimin yittiğini nereden bileceğim?
·İnsan seyahattedir. Yolu yolculuğu onu umulmadık yerlerden geçirir. Ama içindeki safiyet yok olmaz sadece örtülür, perdelenir.
·Her şey bir şey içindir. Daha doğrusu o bir şeyde tecelli eden her şey içindir.
·Vakit bin ân'la girer. Bir ân'la biter. Niyet olmayınca vakit de geçip gidiyor.
·İftar saatinde Cennet'ten koku var. O kadar kuvvetli ki sirayet ediyor.
·Âdem'e öğretilen kelimeler sınırsız değil ve bir bir görünür kılınıyor.
·Bir şeyi, hak edenden esirgemek kadar hak etmeyene vermek de haksızlık.
·Çile kimini peygamber kılar kimini Ebu Cehil. Bilincin insanı ne zaman terk edeceği belli olmaz hiç. Öyleyse bilinçaltını temiz tutmak lâzım.
·Ebubekr'in "Sıddiyk" olması Peygamber'in istikametinden. Aşkın başlangıcı değilse de devamı, sebebe binaen.

İBNİ ATAULLAH EL-İSKENDERİ HAZRETLERİNİN HİKEM-İ ATAİYYE'SİNDEN NASİHATLER





HİKEM-İ ATAİYYE’DEN
Cenab-ı Hakk’ın, halkın eliyle sana ezâ ve cefâ ettirmesi, onlarla beraber oturup kalkmaman içindir. Her şeyin seni rahatsız etmesini istiyor. Ta ki seni hiçbir şey meşgul etmesin, Allah’tan alıkoymasın. (233. hikmet)
· 1- Başlangıçlar, nihayetlerin tecelli ettiği yerlerdir. Kimin bidayet ve başlangıcı Allah ile olursa nihayeti de O’nunla, O’na doğru olur. (263. hikmet)
· 2- Bidayet ve başlangıcı parlak olanın nihayeti de parlaktır. (28. hikmet)
· 3- İbadet ve taat yapamadığında üzülmemen, hata ve günah işlediğinde ise pişmanlık duymaman kalbin ölüm işaretlerindendir. (51. hikmet)
· 4- Varlığı sence küçük görülen ve göze batmayan ibadet aslında kalplerin dirilişi için en çok ümit verici ibadettir. (54. hikmet)
· 5- Allah ile huzur haline ulaşamadın diye zikri terk etme, zikrin peşini bırakma. Çünkü bizzat zikirden gafil olmak, zikir yaparken gafil olmaktan daha beterdir. Olabilir ki (Hakk Teâlâ) seni gafletle yapılan zikirden yakaza hâlindeki zikre(…) yükseltebilir. (50. hikmet)
· 6- Senin Allah’tan istediğin şeylerin en hayırlısı, O’nun senden istediğidir. (78. hikmet)
· 7- Ariflerin Allah Teâlâ’dan istedikleri şey, kullukta sadakat ve O’na ait hakların tamamıyla yerine getirilmesidir. (82. hikmet)
· 8- Hiçbir şey, kalp için kendisiyle tefekkür meydanlarına girdiğin uzlet kadar faydalı değildir. (10. hikmet)
· 9- Kendisinde kalbî huzuru bulamadığın herhangi bir ibadetin kabul edilmesinden ümidini kesme! Manevî hazzını acele ve peşin olarak yaşayamadığın ve idrak edemediğin bu ibadetin kabul edilmiş olabilir. (218. hikmet)
· 10- Tefekkür, kalbin ağyar ve masiva meydanlarında seyri, cevelanı ve yolculuğudur. (260. hikmet)
· 11- Tefekkür kalbin kandilidir. O giderse kalp için ışık ve ziya yok demektir. (261. hikmet)
· 12- Hayr-u hasenat gibi nafile ibadetlere koşmak, farz ve vacipleri yapmada ise tembellik göstermek heva ve hevese tabi olmanın alâmetlerindendir. (193. hikmet)
· 13- Sevdiğin herşeyin mutlaka kulu ve kölesi olursun. Halbuki Allah kendisinden başka hiç kimseye köle olmanı sevmemekte ve istememektedir. (209. hikmet)
· 14- Senin Allah Teâlâ’ya vasıl olman demek; O’nun ilmine, O’nu bilmeye vasıl olman demektir… (212. hikmet)
· 15- O(Allah), bu dünyada iken sana, kainata ve eşyaya bakıp düşünmeyi emretti. Öbür dünyada ise zatının kendini sana açacaktır. (118. hikmet) … “ De ki; semavatta olan şeylere bakınız.”(Yunus 101) emri ile sana anlayış ve tefekkür kapısını açmış oldu. (143. hikmetten)
· 16- Yaratıcısını müşahede edemediğin sürece kainatla berabersin. O’nu müşahede ettiğin zaman ise dünya seninle olur. (44. hikmetten)
· 17- Bir eşyadan diğer eşyaya seyahat edip durma! Kevn’den mükevvine geç.(Yaratılmıştan Yaratana geç) (44. hikmet)
· 18- Zillet ve iftikar (Allah’a muhtaçlık duygusu) getiren bir ma’siyet ve günah; izzet ve kibir getiren bir ibadet ve taattan daha hayırlıdır. (98. hikmet)
· 19- Senin için vakitlerin en hayırlısı yoksulluğunu müşahede ettiğin, sendeki zayıflık ve zillete döndürüldüğün vakittir. (102. hikmet)
· 20- Allah’a karşı (ma’siyet ve) kötülüklerin sürüp giderken O’nun sana olan ihsanının devam etmesinden çekin ve kork. Çünkü bu bir istidrac olabilir. (Yani peyderpey helake sürükleniyor olabilirsin) (68. hikmet)
· 21- Arifler bast haline girdikleri zaman, kabz halindekinden daha çok korkarlar. Çünkü bast halinde edep sınırlarında duran kişiler çok azdır. (84. hikmet)
· 22- Şeytanın senden gafil olmadığını bildiğin zaman, varlığını elinde bulunduran Allah’tan gafil olma. (234. hikmet)
· 23- Allah katında kıymet ve değerini öğrenmek istiyorsan; seni hangi işte ikame ettiğine, hangi halde tuttuğuna bir bak. (76. hikmet)
· 24- Dünyada bulunduğun müddetçe keder ve üzüntülerin gelip çatmasını garip görme. Çünkü dünya, vasfına layık olanları ve tabiatının gereğini ortaya koyacaktır.(25. hikmet)
· 25- Seni kendi yarattıklarından ürküttüğü zaman, iyi bil ki O, sana kendisiyle üns ve dostluk kapısını açmak istemektedir. (103. hikmet)
· 26- Hâli ve yaşayışı sana feyz ve hamle vermeyen, kâli(konuşması) ve sözü seni Allah’a götürmeyen kimse ile dostluk etme, arkadaşlık yapma. (46. hikmet)
· 27- Her meseleye cevap veren, her gördüğünden bahseden, her bildiğini anlatan bir kimse gördüğünde bu haliyle onun cahil olduğunu anla. (73. hikmet)
· 28- İnsanların sana gelmeyişleri veya kınamakla beraber teveccühleri seni üzüyorsa, kendindeki Allah ilmine dön. (232. hikmet)
· 29- Cenab-ı Hakk’
· 30- Söylenen her söz üzerinde, içinden çıktığı kalbin kisvesi, elbisesi vardır. (183. hikmet)
· 31- Sâlik ve dervişin keşf ve ilhamından bahsetmesi uygun düşmez. Çünkü bu durum vârid ve ilhamın kalpteki tesirini azalttığı gibi Rabbi ile olan samimiyetine de engel olur.
· 32- Yok olmayan bir izzet ve şerefin seninle olmasını istiyorsan, fâni bir izzet ile aziz ve bahtiyar olmaya çalışma.
· 33- Yapacağın iki iş birbirine karıştığı zaman onlardan nefsine ağır gelenine bak ve onu yap. Çünkü nefse ancak hak ve doğru olan şey ağır gelir. (192. hikmet)
· 34- İnsanlar sende bulunduğunu zannettikleri iyi huylardan dolayı seni methederler. Buna karşılık sen nefsî huylarının gerçeğini bildiğin için onu kınayıcı ol. (145. hikmet)
· 35- Sevdiğin ve kendisine koştuğun iyi iş, meşgul olman gereken iştir. (264. hikmet)
· 36- Talep şan değildir. Razı ol, şanda senin nam da senin. Varlığını bilinmezlik toprağına göm. Gömülmeyen şey nâbit olmaz.
· Eşyadan eşyaya seyahat edip durma. Kendine uzaktan bakmayı öğren. Bir dolap beygirine benziyorsun. Öyle ahmak, öyle hüzün verici.
· Madem ki içinde bulunduğun yer, konuştuğun kimse sana feyz vermiyor, terke mani olan ne?
· Ölüme ağlama. Kalbe bak. Hata ve isyan ile pişman, ibadet ve taat ile neşveli değilsen zaten ölüsün.
· Melâl(hüzün) içindesin. Yoksul olduğunu düşünüyorsun. Ne ki senden alınmıştır, o senin hayrınadır. İçindeki yoksulluğu hissediyor musun? İşte senin için en hayırlı vakit. Unutma, ihtiyaç mütemadîdir.
(Arka kapaktan)
Not: Yukarıdaki iktibaslar Ataullah İskenderi’nin “Hikem-i Ataiyye” isimli eserinden seçilmiş olup hikmet numaraları sözlerin bitiminde verilmiştir.
Hazırlayan: Mustafa Kara, Dergah yay. , 1. baskı, Ekim 1990
Ataullah İskenderi’nin ölüm tarihi: 19 Kasım 1309 H. Aziz ruhuna bir Fatiha

18 Ağustos 2011 Perşembe

GÜNLER GELİP GEÇERKEN



 








Mustafa Kutlu 
17.08.2011

Aziz Mahmut Hüdai (Hz). :
Günler geçip gitmekteler
Kuşlar gibi uçmaktalar
diyor. O dönem için ne kadar veciz, ne kadar sade, ne kadar derin, ne kadar Türkçe bir beyit. Bunlar bizi etkiliyor.
Rivayete göre Yahya Kemal'in de bulunduğu bir mecliste (İşin aslını öğrenmek için Yahya Kemal uzmanı olan sevgili Beşir Ayvazoğlu'na sormak lazım), ki bu mecliste bulunanların çoğu belli bir şiir zevkine, birikimine sahiptir; Divan Edebiyatımız'dan binlerce gazel, binlerce beyit ezberlemişlerdir, şöyle bir karara varılıyor:
Meclistekilere bir hafta izin. Bu zaman zarfında her fert edebiyatımızdan en güzel, en mânalı, en derin, en âhenkli mısrayı seçip getirecekler. Böylece koca Divan Edebiyatımız'ın "şah mısra"sı bulunacak. Bir hafta sonra meclis toplanıyor ve bulunan mısralar okunuyor. Gariptir; meclisin çoğunluğu şu mısrayı tercih etmiş:
"Neler çeker bu gönül söylesem şikayet olur". Üstad Yahya Kemal dahi bu neticeye katılıyor. Serapa Türkçe, saflık ve sadelik ile âdeta kristal hale gelmiş bir mısra. Doğrusu ben de bu mısraya vurgunum.
Biz acımızı içimize atarız. Gözyaşları içimize akar. Derdimizi demek için ciltler dolusu kitap yazmayız. Hele "itiraf" biz de hiç âdet olmamıştır. Şikayet yiğide yaraşmaz. Ben sabah yediğini unutanlardanım. Ezberimde hiçbir şiirin tamamı yoktur. Geriye dönüp bakmayı, hatıralarla avunmayı, nostalji denizinde yüzmeyi sevmem. Gelecek için projeler, planlar yapmak istemem.
Benim tavrım mutasavvıfların "dem bu demdir" sözüne uyar. Şimdi'yi önemserim. Şu an ne yapıyorum, aslolan budur.
Şair Refik Durbaş "Geçti mi geçen günler?" demiş. Herhalde şunu kastetmiş: Geçti ama delip de geçti. Yiğidi kılıç kesmez, bir acı söz öldürür. Şairin yarası kanamaktadır. Öyleyse gün geçmemiştir. Ya ne olmuştur?
Gün uzamış yüzyıl olmuştur.
Gökkubbenin altından gelip geçerken şunu düşünelim. "Ben ne yapıyorum?" Çünkü zaman Hz. Aziz Mahmud'un dediği gibi kuş uçumu geçiyor.
Dünyaya gelen her fert dünya hayatının şartlarının mahkumudur. Ancak Cenab-ı Hak bize ahireti müjdeliyor, sonsuz hayatı.
Dünya işleri ile ilgileniyoruz. İnsanoğlunun acz içinde uğraştığı, bazen nefsine yenilip hırsla, heyecanla saldırdığı işlerdir bunlar. Başarırsak sevinir, başaramazsak üzülürüz. Oysa hepsi fani. Öte dünya için ufak da olsa bir eylemde bulunmak bunların hepsinden daha değerlidir.
Sultan Süleyman'a kalmayan dünya hangimize kalacak. Efendim "biz gideriz namımız kalır". Doğru. İnşallah bu nam iyilikle, güzellikle, şefkatle, merhametle, feragatle, cesaretle, cömertlikle, mertlikle doludur.
Ardımızdan bir Fatiha okunur.
Yahut sadaka-i cariye olarak bir şeyler bırakırız, dünya durdukça dua alırız.
Bu sebeple geçen günler geçmemiştir. Biz bu "gam yükünü" omuzlayıp hesap verilecek meydana kadar taşıyacağız. Bunu akıldan hiç çıkarmayalım. Ömür, dünya hayatı insanlara Cenab-ı Hakk'ın bir lütfudur. Onun değerini bilelim. İyilikleri ertelemeyelim. Şurası malumdur ki: "Kötülerin gölgesi olmaz".
Çile varsa, sabır da vardır, dert varsa mutlaka dermanı vardır. Bazı dertler bizi uyanık tutmak için Hakk tarafından ihsan edilmiştir. Derdimizin dahi bir kıymeti vardır.
Günlerin geçmediğini ama kuşlar gibi uçtuğunu söyledik. İşte bu "yekpare bir an" dır. Hani eskilere dersiniz "ömrün nasıl geçti" diye. "Göz açıp kapayıncaya kadar" cevabını verirler.
Bunda elbette bir ders vardır. Zaman budur. Çarşambalı Deli Ziya bunu mezar taşına yazdırmıştır: "Hayat bir gündür, o da bugündür".
Kendisini kimse tanımıyor. Ama derin mânaları taşıyan mezar taşı duruyor.
Meramım vaaz vermek değildir. Belki kendimle konuşuyor-dertleşiyorum. Yoksa gönlün çektiklerini anlatmaya kalksam "şikayet" olur.
Biz şikayeti bir yana bırakalım.
"Kahrın da hoş, lütfun da hoş" diyebilecek mertebeye ulaşmaya bakalım. Şu fani dünyada gönül yapmaya çalışalım, gönül yıkmaktan kaçınalım.
Bütün bunları yapacak, dünyayı bir kalemde silecek kuvvet ve manevi kudret kimde var. Az kişide. Çoğunluk bizim gibi evsatu'n-nas. Yani "Kıl beşi, kurtar başı" diyenler.
Peki biz ne yapacağız?
Dua.
Duadan gayrısı yalan.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

YAĞMUR

 










M. Nedim Hazar
15.08.2011
Oklarının ucunu aleve batırıp, üzerime boca eden cüceler ordusu gördüm düşümde.
Yay sesi tınladı kulaklarımda ve gökyüzünde binlerce ucu alevli ok vınladı. Kaçmak ne kelime, koştum aleve doğru ve bağırdım: saplanın!

Öyle bir alevden ıslaklık düşer ki gökyüzünden, hararet söndüren cinsten. Ateş, aşkın gül bahçesi!

Iskalanmak bahtsızlıktır bana göre. Karavana haksızlıktır.

Bazı geceler, gece yarıları hatta... Cinler bile elini ayağını çekmişken duvarlardan, bir sızı sızıyor serin duvardan bedenime. Yazın kavurucu ateşinde, kupkuru toprağa düşen alevden damlalar gibi yağıyorsun geceme.

Ağlıyorsun...

Benim için... Bir başkası için sonra ve bir diğeri için... 'Bu kadar gözyaşını biriktirmek kolay değil, yürek gerek' diyorum içimden gece vakti. Dünü anlatırken ağlıyorsun, güzel günlerin anısı taşkın bir sele dönüştürüyor göz pınarlarını. Sonra geleceğe dönüyorsun yine gözlerinde gözyaşı bulutları sinmiş olarak.

Sen geleceğe ağlıyorsun, ben gidişine...

Hani yağmur yağınca dizleri sızlar ya insanın, sen ağlayınca kalbim sızlıyor için için.

Hani, güneş batınca büker ya boynunu çiçekler, gittiğinden beri bükük boynum...

Bir tıkırtı duyar gibi hani, kulak kesiliyorum boşluğa her gece. Bir karaltı görür gibi hani, gözlerimi boşluğa dikiyorum saatlerce. Ne bir ses, ne bir gölge!

Sonra gözlerin geliyor aklıma, yemyeşil çimenlerin altından sessizce akan minicik bir pınar gibi parıldıyor hayallerim. Derken sözlerin geliyor aklıma, imsak vakti uzak bir köyden gelen ezan sesi duyar gibi yüzümü sıvazlıyor ellerim.

Üşüdükçe bakışlarının anısına sığınıyorum. Öyle bir hatıra şehri bıraktın ki ardında, gökyüzünü havai fişek ışıltıları aydınlatıyor. Caddeler, yeni yağmış yağmurun çitilemesiyle mis... Ne kir kalmış, ne kerahet, ne de isli ruhlarda ihanet... Alıp götürmüş yağmur hepsini, kentin mazgallarında günah izleri...

Yağmur yıkamasaydı yeryüzünü, nasıl arınırdık kirlerimizden?

Yağmurun hamurunda hüzün var, sadece değdiği şeyi ıslatmıyor, nemlendiriyor kalpleri.

Ve fısıltıyla konuşuyor yağmur. Neler anlattığını yokluğunda anlayabiliyoruz ancak. Yağmur yüklü bulutları kıskanır sıradan sevdalı bulutlar. Çünkü biri derdini döker üzerimize, diğeri ketum.

Yağmur yalnızların melodisini de saklıyor damlalarında. Pencereye her vuruşunda titriyor sevdalıların hüzün telleri. Çatılara ise kara sevdalıların sulu sepken feryatları boşalıyor bu mevsimde.

Bir de dili var damlaların. Gök kubbenin mırıldanarak söylenenleri nasıl biriktirdiğini geri bildiriyor lisanından anlayanlara. Ve diyor ki; ey insan sen manasızca boşluğa bakıp sesimi dinle, ben kalbine bildiririm geriye kalanları.

Yağmur tek başına merhametin ispatıdır. O kadar yüksekten tüy düşse deler insanın başını. Bir rahmet sağanağı, şefkat panayırı sanki. Her damla ayrı ayrı, ayrı ayrı...

Ve bir merhamet belgesi daha: Zalime de mazluma da, fakire de krala da aynı damla iniyor, aynı rahmet ıslatıyor. Fark şu: Kimi dilini çözüyor bulutların, kimi için anlamsız bir ıslaklık.

Yağmur, her yağışı ayrı bir bestesidir bulutların.

Şüphesiz ki insan nankör. Yoksa tek damlası zayi olmasın diye yağmurun, kendimizi paralardık!

Keşke yağmura dayayabilseydik kulaklarımızı, kim bilir ne hakikatleri fısıldarlardı bizlere!

Yağmur insanlığın gözyaşlarına olan ihtiyacını bilircesine yağıyor dünya kurulalı beri. Korkarım ki ağlamayı unuttuğumuz zaman yağmurlar da bitecek!

Gökyaşı yağmur, gözyaşı gibi...

Yine bir şeyler söylüyor aniden gelmiş misafir gibi, kaynar yaz geceleri...

İçini döküyor bulutlar, ki onları yalnız sevdalılar anlar!