10 Kasım 2011 Perşembe

SONBAHAR YAZISI


 Mustafa Kutlu
9 Kasım 2011

Güz geldi geçiyor. Severim sonbaharı. Ölümü hatırlatır. Biz de düşen bir yaprak gibi vakti gelince kara toprağa düşeceğiz. Güz bizi öte dünyaya yaklaştırır. "Her şey fâni" deriz. Dünyaya attığımız düğümler gevşer.
Bir kitabımda eski dünyadan bahsederken şöyle bir güz tasviri yapmışım:
"Meşelerin yaprakları kan-kızıla çalar, palamutlar dolu gibi yağar yarlardan, yarpuzlar kurur. Toy kuşları turnaların peşine takılır, boz perçemli çayır kuşlarının sesi ansızın kesilir. Derenin suyu titremeye başlar.
Son güz erişmiştir artık.
Ufuklar küle belenmiştir. Geceler uzar gider, gönüllere bozartı düşer, bağlar yapraklarını döker. Denkler tutulur, tahta bavulların ipleri çekilir, gurbetçiler birer ikişer yola düşer.
Gurbetçi böyledir.
Yazın gelir, güzün gider.
Nice kıyımlardan, kıtlıklardan, savaşlardan, göçlerden, seferberlikten çıkıp gelen köylü altı ay kışa alışkındır. Lâkin erzakını yazdan koymaz ise rahat edemez. Hayatı mevsimler ile yaşar; yarına güveni ambarında duran un, gerisi Allah kerim.
Çocuklar bile bu hazırlıkları oyuna, tekerlemeye çevirmişlerdir.
Tedarikim
Torba dikim
Yazın koyum
Kışın yiyim
Dünya küçüldü. Bir köye döndü diyorlar. Doğrudur. Taşranın küçük kentlerine bile uçak iniyor artık. Cep telefonu her dakika sıladaki yakınlarla konuşmamızı sağlıyor. Oğlumuz ABD'de doktora yapıyorsa internetle bağlanıp birbirimizi görerek hasret giderebiliyoruz.
Gurbet öldü. Hasret bitti. İyi mi oldu?
Bilmem.
Bildiğim şu ki artık mevsimlere bağlı olarak yaşamıyoruz.
İlkokul sınıflarındaki "İlkbahar-Yaz-Sonbahar-Kış" manzaralarını gösteren "Mevsim Şeridi" hâlâ duruyor mu? Çocuklar-gençler hatta koca koca adamlar-kadınlar "Yaza veda" partisi yaparak sonbahara geçiyorlar.
Tiyatrolar-sinemalar-konserler başlıyor. Sanat mevsimine giriyoruz.
Ve elbette gardrobumuzu yeniliyoruz.
Mevsimleri biraz da "İndirim günleri" belirliyor. Sonbaharı hızla geçiyor; "Kar yağdı" müjdesini bekliyoruz. Kayak yapmaya gidiyoruz. Şöminenin karşısında tatlı tatlı demleniyoruz.
Bu elbette "Tuzu kuru" olanların hayatıdır. Ama dünyanın küçülmesi herkesin her şeyden haberdar olmasını da getirdi. İyi mi oldu?
Bilmem.
Şu var ki bu sebeple ülkemizde dahi nüfusun yarısı kazancından kat kat fazla harcamaya başlamış. Aman sonumuz Yunanistan'a benzemesin, sonra "Bizi lüks batırdı" diyeceğiz.
Geçenlerde de yazdım. Türkiye artan potansiyeli ile "lüks tüketim" için aday ülkeler arasında sayılıyormuş.
Bu büyük tehlike.
İşin ekonomisini Mustafa Özel'e bırakıyorum. Ben "şükür ve sabrı" terkedeceğimizden korkuyorum.
Karakışta domates yemenin elbette bir bedeli var. Beslenme uzmanları sürekli ikaz ediyorlar. Her mevsim, o mevsimin sebzelerini tüketin diye. Mesela kışın "kış türlüsü" yapın. Pırasa, havuç, lahana, kereviz bir arada.
Kim dinler.
AVM lerin sebze-meyve reyonları o kadar göz alıcı ki. Sera mahsullerinden vazgeçemiyoruz. Mevsimler birbirinin içine girdi. (Her şey birbirinin içine geçti, edebiyat türleri dahil) Bu sebeple kışın kirazı, karpuzu özleyemiyoruz. Domatese, patlıcan, bibere, hasret kalamıyoruz.
Belki bu yüzden "düşen yapraklar" için yazılan şiirlere dudak bükülüyor. Yıpranmış, eskimiş, kullanımdan kalkmış bir unsur o. Belki bu yüzden büyük çoğunluğu eski dünyada üretilen Klasik Türk Musikisi ürünleri ilgi görmüyor. Bu şarkıları dinleyenlerin yaş ortalaması altmışın üzerinde. Evet, duvardaki "Mevsim şeridi"ni kaldırdık. Leyleklerin göçünü görmüyoruz. Dünya kuruldu kurulalı insanoğlunun yoldaşı olan gelenekleri terkettik.
Peki yerine ne konuldu?
Bilmem.
Bir sıkıntı belki. Bir ne yapacağını bilememe durumu. "Yağmur" bile etkilemiyor bizi, bir an önce kesilsin şu meret diyoruz. Ama eski şarkı öyle demiyordu: "Yağmurun sesini dinle / Aşka davet ediyor" diyordu.
Küflenmiş bunlar, çürümüş. Ki doğrudur. Artık ne mevsimler, ne karpuz kabuğu suya düştü yaz geldi, ne yaprakları süpüren çöpçüler, ne soba temizleyenler, ne turşular, ne tarhanalar yok.
Olan şu.
Artık onların bir bölümü hayatımızdan çıktı. Mesela artık kimse soba yakmayı bilmiyor. Ama bir bölümü hâlâ bizimle. Şu fark ile ki onları biz yapmıyoruz, hazır alıyoruz.
Turşuyu da, mantıyı da,. Üzülelim mi, sevinelim mi?
Peki ne istiyorsun?
Bilmem.
Bildiğim şu: Ben gurbette değilim / Gurbet benim içimde.
K. Kamu vakitsiz söylemiş bu şiiri.
Yaşlandın Mustafa. Çetleşmeyi bilmiyorsun. Belki bu yüzden sürekli hüzün dökülüyor kaleminden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder