Mustafa Kutlu
9 Kasım 2011
Güz
geldi geçiyor. Severim sonbaharı. Ölümü hatırlatır. Biz de düşen bir
yaprak gibi vakti gelince kara toprağa düşeceğiz. Güz bizi öte dünyaya
yaklaştırır. "Her şey fâni" deriz. Dünyaya attığımız düğümler gevşer.
Bir kitabımda eski dünyadan bahsederken şöyle bir güz tasviri yapmışım:
"Meşelerin yaprakları kan-kızıla çalar, palamutlar dolu gibi yağar
yarlardan, yarpuzlar kurur. Toy kuşları turnaların peşine takılır, boz
perçemli çayır kuşlarının sesi ansızın kesilir. Derenin suyu titremeye
başlar.
Son güz erişmiştir artık.
Ufuklar küle belenmiştir. Geceler uzar gider, gönüllere bozartı düşer,
bağlar yapraklarını döker. Denkler tutulur, tahta bavulların ipleri
çekilir, gurbetçiler birer ikişer yola düşer.
Gurbetçi böyledir.
Yazın gelir, güzün gider.
Nice kıyımlardan, kıtlıklardan, savaşlardan, göçlerden, seferberlikten
çıkıp gelen köylü altı ay kışa alışkındır. Lâkin erzakını yazdan koymaz
ise rahat edemez. Hayatı mevsimler ile yaşar; yarına güveni ambarında
duran un, gerisi Allah kerim.
Çocuklar bile bu hazırlıkları oyuna, tekerlemeye çevirmişlerdir.
Tedarikim
Torba dikim
Yazın koyum
Kışın yiyim
Dünya küçüldü. Bir köye döndü diyorlar. Doğrudur. Taşranın küçük
kentlerine bile uçak iniyor artık. Cep telefonu her dakika sıladaki
yakınlarla konuşmamızı sağlıyor. Oğlumuz ABD'de doktora yapıyorsa
internetle bağlanıp birbirimizi görerek hasret giderebiliyoruz.
Gurbet öldü. Hasret bitti. İyi mi oldu?
Bilmem.
Bildiğim şu ki artık mevsimlere bağlı olarak yaşamıyoruz.
İlkokul sınıflarındaki "İlkbahar-Yaz-Sonbahar-Kış" manzaralarını
gösteren "Mevsim Şeridi" hâlâ duruyor mu? Çocuklar-gençler hatta koca
koca adamlar-kadınlar "Yaza veda" partisi yaparak sonbahara geçiyorlar.
Tiyatrolar-sinemalar-konserler başlıyor. Sanat mevsimine giriyoruz.
Ve elbette gardrobumuzu yeniliyoruz.
Mevsimleri biraz da "İndirim günleri" belirliyor. Sonbaharı hızla
geçiyor; "Kar yağdı" müjdesini bekliyoruz. Kayak yapmaya gidiyoruz.
Şöminenin karşısında tatlı tatlı demleniyoruz.
Bu elbette "Tuzu kuru" olanların hayatıdır. Ama dünyanın küçülmesi
herkesin her şeyden haberdar olmasını da getirdi. İyi mi oldu?
Bilmem.
Şu var ki bu sebeple ülkemizde dahi nüfusun yarısı kazancından kat kat
fazla harcamaya başlamış. Aman sonumuz Yunanistan'a benzemesin, sonra
"Bizi lüks batırdı" diyeceğiz.
Geçenlerde de yazdım. Türkiye artan potansiyeli ile "lüks tüketim" için aday ülkeler arasında sayılıyormuş.
Bu büyük tehlike.
İşin ekonomisini Mustafa Özel'e bırakıyorum. Ben "şükür ve sabrı" terkedeceğimizden korkuyorum.
Karakışta domates yemenin elbette bir bedeli var. Beslenme uzmanları
sürekli ikaz ediyorlar. Her mevsim, o mevsimin sebzelerini tüketin diye.
Mesela kışın "kış türlüsü" yapın. Pırasa, havuç, lahana, kereviz bir
arada.
Kim dinler.
AVM lerin sebze-meyve reyonları o kadar göz alıcı ki. Sera
mahsullerinden vazgeçemiyoruz. Mevsimler birbirinin içine girdi. (Her
şey birbirinin içine geçti, edebiyat türleri dahil) Bu sebeple kışın
kirazı, karpuzu özleyemiyoruz. Domatese, patlıcan, bibere, hasret
kalamıyoruz.
Belki bu yüzden "düşen yapraklar" için yazılan şiirlere dudak bükülüyor.
Yıpranmış, eskimiş, kullanımdan kalkmış bir unsur o. Belki bu yüzden
büyük çoğunluğu eski dünyada üretilen Klasik Türk Musikisi ürünleri ilgi
görmüyor. Bu şarkıları dinleyenlerin yaş ortalaması altmışın üzerinde.
Evet, duvardaki "Mevsim şeridi"ni kaldırdık. Leyleklerin göçünü
görmüyoruz. Dünya kuruldu kurulalı insanoğlunun yoldaşı olan gelenekleri
terkettik.
Peki yerine ne konuldu?
Bilmem.
Bir sıkıntı belki. Bir ne yapacağını bilememe durumu. "Yağmur" bile
etkilemiyor bizi, bir an önce kesilsin şu meret diyoruz. Ama eski şarkı
öyle demiyordu: "Yağmurun sesini dinle / Aşka davet ediyor" diyordu.
Küflenmiş bunlar, çürümüş. Ki doğrudur. Artık ne mevsimler, ne karpuz
kabuğu suya düştü yaz geldi, ne yaprakları süpüren çöpçüler, ne soba
temizleyenler, ne turşular, ne tarhanalar yok.
Olan şu.
Artık onların bir bölümü hayatımızdan çıktı. Mesela artık kimse soba
yakmayı bilmiyor. Ama bir bölümü hâlâ bizimle. Şu fark ile ki onları biz
yapmıyoruz, hazır alıyoruz.
Turşuyu da, mantıyı da,. Üzülelim mi, sevinelim mi?
Peki ne istiyorsun?
Bilmem.
Bildiğim şu: Ben gurbette değilim / Gurbet benim içimde.
K. Kamu vakitsiz söylemiş bu şiiri.
Yaşlandın Mustafa. Çetleşmeyi bilmiyorsun. Belki bu yüzden sürekli hüzün dökülüyor kaleminden.